Filistinli bir annenin, Suriyeli bir çocuğun, Mısırlı bir adamın, Kerküklü bir yiğidin, Hindistanlı bir âlimin duası olduğu için değil sadece; Kosova ovasında Murad Hüvendigar’ın gözyaşlarıyla ettiği, ilk ikisi kabul edilmiş duanın üçüncüsü olduğu için Türkiye yıkılmaz.
Mevlânâ’ları, Yûnus’ları, Aziz Mahmud Hüdâî’leri, Hacı Bayram Velî’leri, Seyyid Abdulhakim Hüseynî’leri değil sadece; bütün bu zevât-ı kiramın kendisine ümmet olmakla şeref bulduğu Habîb-i Ekrem’in (s.a.s) mübarek emanetlerini sinesinde saklamaya devam ettiği için Türkiye yıkılmaz.
O mukaddes emanetleri alıp gelişindeki tevazu ile zirveleşen Yavuz Sultan Selim Hân’ın hilafeti, hâkim olmak değil hâdim olmak diye tasvir eden asaleti aşkına değil sadece; liyakatten değil lütuftan doğan bir hikmet ile meclisinin şahs-ı mânevisinde o hilafetin hâlâ mündemiç bulunuşu hatırına Türkiye yıkılmaz.
Altı asır boyunca “İla-yı Kelimetullah” “Nizâm-ı Âlem” diyerek din-i mübîn-i İslâm’ın sancağını üç kıta, yedi denizde dalgalandıran ecdâdın, imansıza diz çöktürüşü hatırına değil sadece; sancak düştüğü yerden kalkar fermanı önünde layık olamayışının mahcubiyetiyle diz çöken evlâdın hatırına Türkiye yıkılmaz.
Er-Rahman’ın yüzlerini bu ülkeye dönüp son bir ümitle dua eden mazlumlara duyduğu muhabbet sebebiyle değil sadece; El-Kahhar’ın o ümmete zulmeden zâlimlere beslediği adâvet hatırına Türkiye yıkılmaz.
Düşmanları kul, dostu Allah; Türkiye yıkılmaz.
Bu ülkeyi sevmeyi iman bilenlerin yanaklarından süzülen her bir damla ebâbil kanatlı bir ah; Türkiye yıkılmaz.
Lâ gâlibe illallah, Türkiye yıkılmaz!